Son Cüret / Yılmaz Özdil

Eğitim hayatım boyunca okullarda öğrendiğim, günlük yaşantımda görsel, işitsel ve yazılı basında izlediğim, dinlediğim ve okuduğum tarih ile bu kitapta okuduklarım arasında, yazılmayan, çizilmeyen, anlatılmayan, söylenmeyen o kadar çok şey varmış ki. O yüzden bu kitaba nereden başlasam, nasıl devam etsem, hangi şekilde bitirsem bilemiyorum. 452 sayfanın (Son 7 sayfa kaynak kitaplar ve çalışmalar) her paragrafını ilmek ilmek işlemek istiyorum.

Yılmaz Özdil'in ''Son Cüret'' isimli bu eserinin 1. ve 2. basımı 2020 senesinin Ekim ayında Sia Yayınevi tarafından yapılmış. Kitap, Hasan Tahsin'e adanmış.
Şişli'deki üç katlı pembe binanın perdeleri sıkı sıkıya kapalıydı.
Gaz lambasının cılız ışığı, odayı hayal meyal aydınlatıyordu.
Altı kişiydiler.
Üzerine harita yayılmış masanın etrafında, ayaktaydılar.
 
Talihsiz bir kuşağın çocuklarıydılar.
Hayat onları hep mecbur bırakmıştı.
Bıyıkları terlediğinden beri neredeyse bir gün olsun günyüzü görmemişlerdi, 
Çanakkale'den Trablus'a, Yemen'den Sina'ya, Balkanlar'dan Kafkaslar'a 
vuruşmadıkları coğrafya kalmamıştı.
Ve neticede, işte bu daracık odaya sıkışmışlardı.
 
Uzuuun uzun anlattığı haritadan başını kaldırdı.
Adeta nefes bile almayan arkadaşlarına baktı.
Ulusun kader anıydı.
Söylenecek ne varsa söylenmişti.
Söz bitmişti.
O çelik mavisi gözlerinde belli belirsiz bir keder bulutu dolaştı.
''Vakit tamam'' dedi...
 
''Umutsuz olmayacağız.
Uçurumun kenarındayız.
Bizi canlı canlı mezara atmak istiyorlar.
Son bir cüret
belki kurtarabilir.
Anadolu’ya geçiyoruz!''
(Tanıtım Bülteninden)
Kitabın ilk sayfası, tam da arka kapakta aktarılan satırlarla başlıyor ve 14 Mayıs 1919'da Yunan işgal gemilerinin İzmir Körfezi'ne demir attığı anla, 09 Eylül 1922'de, Türk Ordusunun İzmir'e girmesi arasında geçen Milli Mücadele Döneminde yaşanılanları anlatılıyor. 

1919
14 Mayıs'ta, işgal gemileri İzmir Körfez'e demirledi. 
15 Mayıs'ta, Yunanistan 3000 yıl sonra Anadolu topraklarına asker çıkardı. Buna sessiz kalamayarak düşmana ilk kurşunu, Hukuk-u Beşer gazetesinin sahibi ve başyazarı Hasan Tahsin sıktı. 
16 Mayıs'ta, Mustafa Kemal, Galata rıhtımından motora binerek Kız Kulesi açıklarındaki Bandırma gemisine bindi. 19 Mayıs'ta da Samsun'a adım attı. 
28 Mayıs'ta, Havza Genelgesi'ni yayınladı. 
21/22 Haziran'da, Amasya'da milli mücadeleyi başlatan Amasya Genelgesi'ni yayınladı. 
25 Haziran'da, Amasya'dan Sivas yoluyla Erzurum'a hareket etti. 
08 Temmuz'da, askerlikten istifa etti. 
23 Temmuz'da, Erzurum Kongresi'nde Temsil Heyeti Başkanlığı'na seçildi ve "Misak-ı Milli Kararları" kabul edildi. 
04 Eylül'de, Sivas Kongresi Başkanlığı'na seçildi ve düşmana karşı sonuna kadar direnilmesi kararı alındı. 
20/22 Ekim'de, Amasya'da, İstanbul Hükümetinin, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile Temsil Heyetini tanıdığı Amasya Protokolü imzalandı.
27 Aralık'ta, Ankara'ya geldi. 

1920
23 Nisan'da,  Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açtı. 
24 Nisan'da, TBMM Başkanlığına seçildi. 
02-03 Aralık'ta, TBMM'si ile Rusya arasında, Türkiye-Ermenistan arasındaki sınırı çizen Gümrü Antlaşması imzalandı.

1921
10 Ocak'ta, Yunanlılarla yapılan I. İnönü Savaşı kazanıldı.
12 Mart'ta, Mehmet Akif'in yazdığı İstiklal Marşı, TBMM'si tarafından milli marş olarak kabul edildi.
16 Mart'ta, TBMM'si ile Rusya arasında imzalanan Moskova Antlaşması ile Türkiye'nin kuzeydoğu sınırları güvence altına alındı.
01 Nisan'da, Yunanlılara karşı II. İnönü Zaferi kazanıldı
05 Ağustos'ta, TBMM'si tarafından Mustafa Kemal Paşa'ya Başkomutanlık yetkisi verildi. 
23 Ağustos'ta, 22 gün 22 gece süren Sakarya Savaşı'nda Yunanlılar yenildi.
19 Eylül'de, TBMM tarafından Mustafa Kemal Paşa'ya "Mareşallik ve Gazi" unvanı verildi.
20 Ekim'de, Fransa Hükümeti'nin Ankara Hükümeti'ni tanıdığı Ankara Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile Güney Cephesindeki savaş sona erdi ve Türkiye'nin güney sınırı belirlendi.

1922
26 Ağustos'ta, Yunanlılara karşı Büyük Taarruz başladı. 
30 Ağustos'ta, Dumlupınar'da Yunan ordusu yenilgiye uğratılarak, Başkomutanlık Meydan Savaşı kazanıldı.
01 Eylül'de, Mustafa Kemal tarihe geçen, "Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" emrini verdi.
09 Eylül'de, İzmir'in 3 yıl 3 ay 24 gün süren işgaline son verildi.
Buraya kadar yazdığım özet, birçoğumuzun bildiği veya herkesin anımsadığı bilgilerdi sanırım. Bu kitapta bu bilgilerle beraber, Milli Mücadelenin hiç bilinmeyen yönleri çarpıcı bir şekilde yer alıyor.

İstanbul Şişli'deki 3 katlı pembe binada ulusun kader anıydı. Mustafa Kemal, ''Vakit tamam'' dedi. ''Son bir cüret belki kurtarabilir. Anadolu'ya geçiyoruz''. Aynı gün, aynı saatlerde İzmir kaynıyordu, Yunan işgal gemileri körfeze demirlemişti, üstelik onlara Amerikan, İngiliz ve Fransız donanması eşlik ediyordu. Yunanistan, Truva savaşından 3000 yıl sonra Anadolu topraklarına asker çıkarıyordu. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethedip, Bizans İmparatorluğu'na son verdiği günden beri hayalini kurdukları ''Megali İdea''yı yani ''Büyük Fikri'' hayata geçirip, Anadolu'nun yarısından fazlasına sahip olmak istiyorlardı. İzmir metropoliti (Bir bölgenin tüm kiliselerinden sorumlu piskopos veya başpiskopos) Hrisostomos ''Türk kanı içmek istiyorum'' diyecek kadar Türklerden nefret ediyordu.

Yerli Rumlar ellerinde Yunan bayraklarıyla Konak'a doğru yürüyüşe geçerken, İzmir Saat kulesinin orada ise bu durumu sineye çekemeyen Hasan Tahsin, ''Bu kadar kolay olamaz'' diyerek işgal alayına ilk kurşunu sıktı. Bu ilk kurşun hem Yunan katliamının hem de mücadelenin ilk kıvılcımının başlangıcı olmuştu.
Yunan ordusu İzmir'den harekete geçerek, Bursa, Eskişehir, Kütahya ve Afyon'a kadar Batı Anadolu'nun büyük bir bölümünü de işgal altına alıyordu. Bu işgal sırasında, siviller öldürülüyor, cenazeleri denize atılıyor, tutuklananlar işkenceyle sorgulanıyor, çok sayıda Türk esir alınıp esir kamplarına gönderiliyor; silah zoruyla evlere giriliyor, evler, dükkanlar yağmalanıyor; milli değerlerimize ait türbeler harap ediliyor, ezan okunurken camilerin minarelerine ateş ediliyor, Türkler zorla bir eve veya camiye kapatılıp yakılarak veya top ateşiyle katlediliyor, köyler yakılıyor, yerli halk zorunlu göçe zorlanıyor, Türklerden boşaltılan yerlere Yunanistan'dan getirilen Rumlar yerleştiriliyor; kadınlar sokakta çırılçıplak dolaştırılıyor, kadınların, kocalarının gözü önünde ırzına geçiliyor, yeni doğum yapanların memesi kesiliyor, 8-9 yaşındaki kız çocukları tecavüze uğruyor, erkeklerin ya çeşitli uzuvları kesiliyor ya vücutları süngüyle delik deşik ediliyor ya çoğu kurşuna diziliyor veya ağaca asılıyordu. Süngüyle öldürülmüş, gözleri oyulmuş, kuyuya atılmış 4,6,7 aylık bebekler bile bu vahşetin kurbanı oluyordu. Tam 3 yıl 2 ay sürecek işkencenin, zulmün, vahşetin sonu gelmiyordu.

Vatan toprakları sadece Yunan işgaline sahne olmuyordu. Birinci Dünya Savaşı sonucunda imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşmasına dayanarak, İngilizler, İstanbul, Samsun, Musul ve Urfa çevresini; İtalyanlar, Konya ve çevresini; Fransızlar, Adana ve Antep çevresini; Ermeniler, Kars ve çevresini işgal etmişti. Ayrıca Osmanlı Devleti'nin silahlarına el konulmuş, ordusu dağıtılmış. limanlara, demiryollarına ve telgrafhanelere el konulmuştu.
Ülke perişan haldeyken, Osmanlı sarayının İçişleri Bakanı Ali Kemal, ''İzmir'de sükunet var, işgal geçici'' diyor, İtilaf Devletleri İstanbul'u işgal ediyor, 1919 ocak ayında padişah Vahdettin 58. yaşını kutluyor, Vahdettin'in ablasıyla evli olan başbakan Damat Ferit, ''Bütün umudum Allah'ta ve İngiltere'de'' diyor, Mustafa Kemal Paşa ve vatansever arkadaşları İstanbul hükümetince gıyaben idama mahkum ediliyor, 10 Ağustos 1920'de İstanbul Hükümeti ile İtilaf Devletleri arasında, Türkiye'yi parçalayan ve bağımsızlığımızı sona erdiren Sevr Antlaşması imzalanıyor, 30 Aralık 1920'de, İstanbul'da, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun 621. yıl dönümü törenle kutlanıyor, 1921 yılında, 60 yaşındaki padişah Vahdettin, 18 yaşındaki 5. eşi ile dünya evine giriyor, Yıldız Sarayı'nda düğünü yapılıyordu. Tüm bunların yanında bir de yerli hainler, çeteler, yabancı casuslar, İngiliz veya Amerikan himayesine girmek isteyenler, Mustafa Kemal'e suikast düzenleyenler türemişti vatanın dört bir köşesinde.

Madalyonun diğer yüzünde ise, efeler, Kuvâ-yi Milliyeciler, vatanseverler, bağımsızlık taraftarları, müdafaa için kurulan cemiyetler, teşkilatlar, yardımsever yabancılar, eli silahlı yurtsever kadınlar, evlerini gizli toplanma yerine çevirenler, işgalci devletlerin telgraflarını ileten memurlar, esir düştükten sonra kaçarak yurda gelip milli mücadeleye katılanlar, dört bir cephede savaşıp da vatanına döner dönmez vatan toprağı için tekrar savaşanlar, sırtında bebeğiyle, çarıklı yahut yalın ayak, savaş alanına cephane taşıyan kahraman Türk Kadınları ve sayısız nice isimsiz kahraman bulunuyordu.
Kitabın her sayfasında değişik bir duygu kapladı beni. Ve bilmediğim, okurken şaşırdığım şeyler de oldu.
  • Belçikalı aşçı Lucien Olivier'in Moskova'da icat ettiği, bizim ''Rus Salatası'' dediğimiz salatanın  beyaz Ruslarla birlikte İstanbul'a gelmesi..
  • Opera sanatçısı Rus göçmen Vladimir Smirnoff'un iş bulamayınca, dedesinden öğrendiği votkayı üretip satması, Fransa'ya gitmesi ve Smirnoff'un bir dünya markası olması..  
  • Frederick Bruce Thomas'ın, Moskova'da Maksim eğlence mekanını açtıktan sonra Bolşevik devrimiyle beraber geldiği İstanbul'da, 1921'de, Taksim'de Maksimi açması..
  • Çerkez Ethem, İzmir eski valisinin oğlunu kaçırdığında istediği fidyenin yarısını, Fransız Levanten Henri Giraud'ın vermesi ve torununun, rahmetli Mustafa Koç'un eşi Caroline (Giraud) Koç) olması..
  • Çerkez Ethem'in göz koyduğu çiftlik sahibinin torununun, İngiliz Hollywood yıldızı Audrey Hepburn olması..
  • Bizim, ''Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar'' diye söylediğimiz Gençlik Marşı'nın, İsveç'te ''Şakıyan Üç Kız''dan esinlenilerek söz yazılması ve ilk kez 1916 yılında erkek öğretmen okulunun beden eğitimi dersi sırasında söylenmesi..
  • Saray İçişleri Bakanı Ali Kemal'in torununun oğlunun, bir dönemler İngiltere başbakanı olan Alexander Boris Johnson olması..
  • Halide Edip Adıvar'ın, İzmir'in işgal protestolarında başı çekmesine rağmen Amerikan mandacılığını savunması.. 
  • Ayrıca 1928'de yayınladığı ''Türk'ün Sıkıntılı Mücadelesindeki Payım'' adlı İngilizce yazı dizisini, 1962'de, ''Türk'ün Ateşle İmtihanı'' olarak yayınladığında, orijinalinde olmasına rağmen Atatürk'ün aleyhinde yazdığı yazıları basılan kitaptan çıkarması..
  • Kürt aşiretlerini listeleyen İngiliz casus Gertrude Bell'in, bizim Arabistanlı Lawrence dediğimiz Yarbay Thomas Edward Lawrance'ı manevi oğlu yapması ve bildiği her şeyi ona öğretmesi..
  • Ian Fleming'in kaleme aldığı James Bond karakterini, Biffy kod adını kullanan, 1919-1922 arasında İstanbul'da görevli Wilfred Dunderdale isimli İngiliz casustan esinlenerek yaratması..
  • Veliaht Vahdettin'in, 1917 yılında, kızı Sabiha Sultanla Mustafa Kemal'i evlendirmek istemesi..
  • Yunan kralı Konstantin'in kardeşi Andrea'nın oğlu Philip'in, İngiltere'nin ölen kraliçesi Elizabeth'in kocası olması..
Son Cüret, Milli Mücadelenin bilinenden çok bilinmeyen yönleri üstünde yoğunlaşıyor. Yılmaz Özdil kitabı yazarken çok yönlü bir araştırma yapmış, tam 152 kaynak ve çalışmadan faydalanmış. Bazı noktalarda kendi yorumunu da yazmış. O yorumlar daha ziyade, ''Milli Mücadelede yer alan isimsiz kahramanlara gereken değerin verilmeyişi, haklarında kitap, belgesel, film yapılmayışı, sahip çıkılmayışı, esirlerimizin akıbetinin takip edilmeyişi'' üstüne. Kitap belli bir kronolojik sırayı takip etmiyor. Başlarda bahsedilen bazı olaylar kitabın farklı noktalarında tekrar geçiyor. Fakat yalın, basit, akıcı anlatım tarzı ve kendi yorumları okumayı sürükleyici hale getiriyor. Kitabı zevkle, keyifle okudum diyemiyorsunuz, çünkü her sayfada farklı bir duyguyla karşılaşıyorsunuz. Bu kitabı okurken çoğu zaman hayretler içinde kaldım, şaşırdım, öfkelendim, kızdım, üzüldüm, göğsüm kabardı, tarifsiz duygular içinde okudum anlayacağınız. Kitabın sonuna geldiğimde, ''Ben ne okudum şimdi, okulda öğretilen tarihse bu neydi o zaman'' dedim kendi kendime. 

Hani başta yazmıştım ya, ''Bu kitabın her paragrafını yazmak istiyorum'' diye. Gerçekten de kitabın her sayfası tekrar tekrar okunup hafızalara kazınmalı. 

Bu arada, 3 kitaptan oluşan bir seri bu. Mustafa Kemal, Son Cüret ve Anka Kuşu. Ne yazık ki bunu, kitap hakkında araştırma yaparken öğrendim, bilmeden 2. kitabı alıp okudum. Şimdi ilk iş, diğer iki kitabı da alıp, kitapları sırayı takip ederek okumak.