Karadeniz yeşilin ve mavinin her tonunu bir arada görebileceğiniz güzellikte bir bölgemiz. Kent merkezlerinde ve sahil kıyılarında betonlaşma olsa da daha içerilere ve yukarılara gittikçe betonlaşma yerini bolca yeşilliğe bırakır. Sakin Şehir Perşembe'nin sakin şehir unvanı köylerine doğru daha bir hissettirir kendisini. Annem ve babam doğma büyüme Perşembelidir. Çocuklukları, Bolatlı Mahallesi'nde, aynı okulda, aynı sınıfta ve aynı sırada geçmiş. Evlenince taşı toprağı altın İstanbul'un yolunu tutup, bu koca şehre yerleşmişler. Babamın emekli olmasından yıllar sonra da doğup büyüdükleri topraklara kesin dönüş yaptılar. Aile büyüklerimizden hayatta olanlar ise yaşlılık ve köy yaşamının getirdiği zorluklar nedeniyle büyük şehirlerde.
Bolatlı Mahallesi uydu görünümü
Bolatlı, daha önceleri köy iken, 2012 yılındaki yasa değişikliğinden sonra mahalle ilan edilerek Perşembe ilçesinin 54 mahallesinden biri oldu. (2024 senesi verisi). Dedemin yani babamın babasının köy evi, Perşembe ilçe merkezine yaklaşık 10-15 dakikalık araç mesafesinde ve tepeye doğru patika bir yolu takip eder. Yolu patika olduğundan köy evi önünden tek tük araç geçer. Marketi-bakkalı bile yoktur köyün, haftada bir gün, pazartesi günleri, Perşembe merkeze kurulan ilçe pazarından yapılır haftalık alışveriş. Evler dip dibe değil birbirine mesafelidir. Aşağıdaki fotoğrafta Derin'in arkasındaki pembe kiremit evi fark ettiniz mi? İşte burada en yakın ev mesafesi bu kadar.
Bahçeye ekilen, bazen de kendiliğinden biten otlar biçilerek yapılır yemekler. Kara lahana yemeği, kara lahana sarması, pancar çorbası, lahana turşusu, fasulye diblesi, ısırgan çorbası, melevcen (melocan), galdirik, hoşkıran kavurması, tirmit kavurması, taflan turşusu ve olmazsa olmaz mısır ekmeği, turşu kavurmaları, keşkek buralarda en çok yapılan yöresel yemeklerdendir.
Karadenizli olup da serendi (Dört, altı veya sekiz direk üstüne yapılmış tahıl, meyve ve sebze kurusunu saklamak için kullanılan kiler) ve bahçe fırınını bilmeyen var mıdır acaba? Bu fırında halis muhlis odunla pişen yemeklerin lezzetini düşünebiliyor musunuz?
Dedemin evinin arka bahçesi, harman (tahıl demetlerinin üzerinden döven geçirilerek tanelerin başaklarından ayrılması işi, bu işin yapıldığı yer) denilir oralarda ve fındık ayırma, kurutma işlemleri için kullanılır genelde, bir de çok güzel piknik yapılır, afiyetle çay içilir. Egemen ve Derin'in üstüne oturdukları başak fındığı (fındık toplama işlemi sonlandığında, dal arasında kalmış ve yere düşmüş fındığı toplamaya başak yapmak denir) afiyetle yenmek üzere kurutuluyor.
Harmandaki bahçede, kaynağı dağdan gelen, borularla ev içine ulaştırılan, suyu yaz-kış buz gibi akan bu çeşme Egemen ve Derin için buradaki en popüler yerdi. Az kıyafet değiştirmemişimdir bu çeşme oyunları sayesinde.
Her taraf yeşildir, bahçedir, ağaçtır, fındıktır. Isınma ve yemek işi kuzineyle yapılır, tabi yemek için bir de tüplü ocaklar vardır ama her yer ağaç olduğundan odun yakılan kuzineler daha çok kullanılır. Yazın gündüz hem güneş açar hem yağmur yağar, bir de nem boğar insanı bazen. Gece ise yaz sıcağında ''Üstümüze yorgan aldığımızı bilirim'' dediğim bir havası vardır.
Dedemin köy evinin ön tarafındaki çeşmenin hemen yanında duran Egemen'in arkasındaki kapı eskiden ahır olarak kullanılıyordu ama maalesef köyde artık eski topraklar gibi ne ineğe bakabilecek insan kaldı ne de inek.
Babaannem rahmetli olmadan önce ahırda bir ineğimiz ve de buzağısı, kümeste üç beş tavuğu ve horozu vardı. Sabah sağılıp kaynatılan süt, kümesten topladığımız yumurtalar, bahçeden toplanıp kavurması, diblesi (Çeşitli sebzelerin yağda soğanla kavrulmasıyla yapılan yemek) yapılmış otlar olurdu kahvaltı sofrasında. İnekleri gün içinde otlatır, bahçede yemlenen tavuklar kaçmasın diye peşlerinde dolanırdık.
Çok sık olmasa bile arada dedemin evinin önünden, otlatılmak üzere serbest bırakmış ve yolu buralara düşmüş inekler görüyoruz. Bu özellikle Egemen ve Derin için çok farklı bir deneyim. Şehir çocukları ineği ancak televizyonda süt reklamlarında görüyor ne yazık ki.
Çok uzun yıllardır atıl durumda olan, eskiyen, çürüyen, yıkık dökük, içinde ot bitmiş köy okulu. Annem ve babamın ilkokul yılları bu okulda geçmiş. Birkaç mahallenin tek okuluymuş burası.
Okulla dedemin evi arasında kalan, yeşilden başka bir şey göremeyeceğiniz patika köy yolu.
Tamam itiraf ediyorum; Şehirden, kalabalıktan, araçtan, kirlilikten, teknolojiden izole olmuş köyümüze çocukken ailece gidip fındık zamanı bahçeye girmekten, fındık toplamaktan, fındığı taşımaktan ayıklamaktan, sabah erken kalkıp akşam erken yatmaktan hiç hoşlanmazdım. Kuş uçmaz, kervan geçmez bu köyde canım çikolata, şeker, sakız istese gideceğim bir bakkalı bile yoktu. Çocuk aklı işte.
Büyüdüm, evlendim, çocuklarım oldu ve çocukken hiç haz etmediğim köy hayatının değerini, kıymetini yeni anladım. Demek ki insan yaş aldıkça şehrin karmaşasından, stresinden, yorgunluğundan kaçmak, asıl bu hayattan köye giderek kendi izole olmak, bir nevi şehir arınması yapmak istiyormuş. Özellikle Egemen ve Derin'in hayatımıza dahil olmasıyla bu duygu daha bir yoğunlaştı. Düşünsenize beton yığını arasında büyütmeye çalıştığımız çocuklarımız için böyle bir arınma ne büyük bir nimet.
Karadeniz kızı olmaktan, Orduluyum demekten büyük haz alıyorum. Perşembe'yi ziyaretlerimizi ama özellikle köy hayatını, oradaki sessizliği, sakinliği, huzuru, arınmayı, havasının, suyunun, toprağının verdiği enerjiyi seviyorum. Şehirden kısa süreli de olsa bu kaçışlar ruhumu ve bedenimi dinlendiriyor. Eğer sizin de varsa ve kaldıysa köyüm dediğiniz bir yer, kıymetini bilin, senede bir kez bile olsa gidin, dinlenin, kendinizi arındırın.